BOP YIKIM EKİBİ

Rıfat Serdaroğlu

“Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanıyım. Bize verilmiş görevlerimiz var!”
AKP Genel Başkanı Erdoğan yukarıdaki sözleri tam 34 (otuz dört) defa söyledi…

Yargıtay’ın bozma kararından sonra, Ergenekon Davasına bakan İstanbul
4. Ağır Ceza Mahkemesinin Cumhuriyet Savcısı;
“Uzun yıllar kamuoyunu meşgul eden bu davada, sahte deliller kullanılmış, suç işlemediği kesin şekilde bilinen kişilere iftira edilmiştir. Bu dava öncesi yaşanan bazı terör ve suikast olaylarını Cemaatin hazırladığı ve amacın devleti tamamen ele geçirmek olduğu kesinleşmiştir.”
Dönemin Başbakanı Erdoğan; Ben bu davanın Savcısıyım, demişti!

AKP Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkan Adayı (Bilecik eski Valisi) Tahir Büyükakın, düzenlediği ilk basın toplantısında şunları söyledi;
“Hak ve batıl mücadelesi veriyoruz. Şu anda bu kalenin temsilcisi Cumhurbaşkanımızdır. Bu kale yıkılırsa, ümmet yıkılır.”
Hak: Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği, her hal ve şart altında doğru olan şey.
Batıl; Şeytana boyun etmek ve onun istediklerini yapmak!
Ümmet; Hz. Muhammed’e inanarak, onun yaptıklarını ve söylediklerini uygulayarak çevresinde toplanan, çeşitli milletlerden oluşan topluluk.

Adana’nın…

View original post 479 more words

Araplaşmayacağız, Araplaştıramayacaksınız! – Batuhan ÇOLAK

Araplaşmayacağız, Araplaştıramayacaksınız! (Batuhan Colak – Yenicag – 07 Temmuz 2017)

Suriyeliler konusunda son günlerde yapılan açıklamalar gösteriyor ki “Araplaştırma Projesi” tüm hızıyla sürüyor.

Tabelaların çok dilli olması, Arap mahallelerinin oluşması, Türk kültürüne meydan okuyan ahlaksızlıkların olağan hale gelmesi… Tüm bunlar yetmezmiş gibi üstüne “Suriyeli kardeşlerimizi eleştiremezsiniz tehditleri…

Bakın Beyler; bu iş böyle olmaz, bu gidişat, gidişat değildir! Türkiye’nin demografik yapısına açık bir ameliyat yapılırken sessiz kalamayız.

Ne kamplar yetti ne gelenler bitti!

Sayıları 100-200 bini geçmeyecek denilerek alınan Suriyeliler, “mülteci” statüsünde kamplara yerleştirildi. Bu kampların geçici bir süreliğine olacağı, en kısa zamanda bölgedeki durum düzelince geri dönecekleri açıklandı.

Son resmî açıklamalara göre 3 milyonun üzerinde Suriyeli’den bahsediliyor. Ancak yetkililer de çok iyi biliyor ki 5 milyona dayanmış durumdalar. Bu doğurganlık oranıyla ilerleyen yıllarda çok daha büyük bir nüfusla karşılaşacağız.

Şu anki şartlarda, Türkiye’nin birçok ilinin nüfusundan daha fazla Suriyeli var. Bunların çok küçük bir bölümü kamplarda kalıyor. Geri kalanı neredeyse Türkiye’nin tüm sahil bölgelerine dağıtılmış durumda. İşin enteresanı, Ramazan Bayramı’nda ülkelerine gidip kalan akrabalarıyla bayramlaşıp sonra Türkiye’ye geri dönüyorlar. Suriye’de kalmayı tercih etmiyorlar.

Suriyelilerin yoğunlaştığı iller!

Suriyeli nüfusunun AKP’nin kaybettiği illerde yoğunlaşması da ayrı bir tartışma konusu!

Sahil bölgelerimizi yaşanmaz hale getirenleri; Rize, Ordu, Kütahya, Konya, Malatya, Bayburt gibi illerde göremiyoruz. Suriyelilerin nüfus yoğunluğuna bakın; referandumda “hayır”ın önde çıktığı illeri göreceksiniz.

Suç oranları

Son günlerde ülkenin birçok noktasında Suriyelilerin karıştığı gayriahlaki olaylar görüntüleriyle birlikte sosyal medyada dolaşıyor. Taciz, tecavüz, gasp, laf atma gibi suçlara tepki gösteren vatandaşlara son yapılan resmi açıklamalarla Suç oranları abartılıyor. Suriyelilerin karıştıkları suçlar toplam suç oranı içerisinde yüzde 1.5″ denildi. Oysa bunlar sadece kayıt altına alınan suçlar.

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki Suriyelilerin devlet nezdinde resmi bir statüleri olmadığı için herhangi bir yaptırımla karşılaşma ihtimalleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına göre oldukça az.

Hürriyet Gazetesi’nin dünkü manşetinde Başbakan Yıldırım, Suç işleyene müsaade etmez, kulağından tutar, sınır dışı ederiz açıklaması yaptı.

Burada asıl sorulması gereken konu, suçluyu bulup sınır dışına attıktan sonra, geri gelmesini nasıl engelleyeceğiniz meselesidir. Suriye iç savaşı başladığında 200 bini geçmez diyenler, bugünlerde 3 milyondan bahsediyorlar.

Suriyeliler meselesinde gerçekten samimiyseniz, karıştıkları suçlar konusunda kamuoyunu rahatlatıcı açıklamalar yapmak zorundasınız. Ankara Demetevler’deki yaşananlar gibi bir semtin sokaklara döküldüğü konuları geçiştiremezsiniz.

Eğer Suriyeliler bu topraklarda misafirse, tabelalarda Arapça kullanımı neden yasalaştırılmaktadır.

Şimdi dönüp geçmişe bir bakalım. Suriyeliler’in geldiği ilk yıllarda bu olaylar neden çıkmamış, vatandaşlarımız neden öfkelenmemiştir. Çünkü durum değişmiş, bir kısmı rahata ermiş, yerleşik düzene geçmişler, milletin eşine-kızına-çocuğuna sataşmayı günlük uğraş haline getirmişlerdir. Tüm bunları yaparken herhangi bir ceza almamaları da vatandaşın haklı tepkisine yol açmıştır. Öte yandan Suriyelileri rant kapısı olarak gören bir kısım piyasa simsarlarının da katkısıyla şehirlerimiz derbeder edilmiştir.

Devleti yönetenler, vatandaşlarının can ve mal güvenliklerini sağlamak durumundadır.

İstanbul’da eşinizle, dostunuzla rahatlıkla gidebileceğiniz bir sahil kalmadıysa bunun sorumlusu vatandaş mıdır?

Türklerin son devletinin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Bunun demografik yapı ve dil üzerinden oynanan oyunlarla değiştirilmesi kabul edilemez, edilmeyecektir.

Araplaşmayacağız, Araplaştıramayacaksınız!

Kaynak: Araplaşmayacağız, Araplaştıramayacaksınız! – Batuhan ÇOLAK

ULUSAL BİLDİRİ

  1. İslamcı ideolojiyi temsil eden AKP ve elebaşı Tayyip Erdoğan’ın hedefi, Türk benliğini ve kimliğini yok edip, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ortadan kaldırıp, ulusumuzu kimliksiz bir ümmet güruhuna çevirmek, topraklarımızı Arap, Kürt ve diğer yabancılara peşkeş çekmek, kısaca ülkemizi ve ulusumuzu yok etmektir.
  2. AKP, çete reisi Recep Tayyip Erdoğan, parti liderlik kadrosu, üyeleri, destekçileri ve sempatizanları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Ulusu’nun bir numaralı düşmanıdır.
  3. AKP ve Erdoğan iktidardan uzaklaştırılmalı, tüm AKP lider kadrosu, parti yönetimi ve üyeleri vatana hıyanet ile yargılanmalıdır. AKP terör ve casusluk örgütü ilan edilmelidir. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bu terör örgütünün üyeleri, sempatizan ve destekçilerinin gözetim altına alınacağı toplama kampları kurulmalıdır.
  4. Tüm tarikatlar, dini yapılanmalar, dinci sivil toplum örgütleri, vakıflar ve dernekler kapatılmalıdır. Yöneticileri vatana ihanet, casusluk ve terörizm suçlaması ile yargılanmalıdır. Bu kurumların üyeleri, toplama kamplarına kapatılmalıdır.
  5. İdam cezası geri getirilmelidir. TÜBİTAK’a, elektrikli sandalye, gaz odası, giyotin, ve zehirli iğne ile idam seçeneklerini geliştirmesi için görev verilmelidir.
  6. AKP, Fetullah Terör Örgütü ile birlikte tüm dinci kurum, kuruluş, tarikat ve örgüt üyelerinin çabuk ve adil bir şekilde yargılanıp hakettikleri cezaya çarptırılabilmeleri için özel yektili İstiklal Mahkemeleri kurulmalıdır. Tüm AKP lider kadrosu, il ve ilçe parti yöneticileri, yandaş işadamları, bürokratlar, savcı ve hakimler, akademisyenler idam ile yargılanmalıdır. Verilen idam kararlarının hızlı ve etkili bir şekilde infazı sağlanmalıdır.
  7. İdam edilmeyen diğer AKP parti üyeleri, sempatizan ve destekçileri, aileleri ile birlikte zorunlu göçe tabi tutulmalıdır. Türk Ulusuna hıyanet ve düşmanlık yapan bu güruhun Suudi Arabistan, Katar, Malezya, Endonezya veya başka İslam ülkelerine gönderilmeleri için bu hükümetlerle anlaşma sağlanmalı ve teşvikler verilmelidir.
  8. PKK ile ilişkili partiler, dernekler, örgütler ve kurumlar kapatılmalı, yöneticileri vatana hıyanet ve düşmanla işbirliği ile yargılanmalıdır. PKK’ya destek verdiği tesbit edilen şahıslar, aileleri ile birlikte toplama kamplarına gönderilmelidir. PKK’ya oy veya destek verdiği bilinen yerleşim birimlerinde oturanlar, zorunlu göçe tabi tutularak TC sınırları dışına çıkarılmalıdır.
  9. Bütün Suriyeli, Iraklı ve diğer milletlerden, ama özellikle terörizmin kaynağı olan İslam ülkelerinden gelen mülteciler geri gönderilmelidir.
  10. Yabancı sermayaye ve özellikle Araplara satılan işletmeler ulusallaştırılmalıdır.
  11. Araplara satılan taşınmazmallar gerialınmalı, Türkiyedeki Türk vatandaşı olmayan tüm Araplar sınırdışı edilmelidir.
  12. Hıyanetten suçlu bulunan ve sürgün edilenlerin TC vatandaşlıkları düşürülmeli, tüm taşınır ve taşınmaz mallarına el konulmalıdır.
  13. Öğretimin birliği (tevhid-i tedrisat) yeniden sağlanmalı, İmamhatip okullarından gereksinim üzerinde olanlar (yani büyük bir çoğunluğu) kapatılıp meslek lisesi veya düz liseye çevirilmelidir.
  14. Türban tüm kamuda yasaklanmalı, türban takmakta ısrar eden militanlar kamplara gönderilmeli veya sürgün edilerek vatandaşlıktan atılmalıdır.
  15. Silahlanarak Türk Ulusuna ve güvenlik güçlerine karşı tehdit oluşturan veya güç kullanan AKP yanlısı, dinci örgütler ve Osmanlı Ocakları gibi tüm gerici terör unsurları imha edilmelidir.
  16. AKP ve HDP gibi gerici ve bölücü partilere çoğunlukla oy veren yerleşim birimleri tesbit edilmeli, burada yaşayanların Cumhuriyet değerlerine kazandırılması için yöre halkı yeniden Cumhuriyet eğitimine tabi tutulmalı, gerici ve bölücü eğilimlerinden vazgeçmeyenler sürgün edilmelidir.
  17. Laik Cumhuriyet, Atatürk İlke ve Devrimleri temelinde yeniden inşa edilmelidir.

7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinin Galibi AKP Olacak

2 Haziran itibariyla, Haziran 2015 Genel Seçimlerine bir haftadan az bir süre kaldı. Çeşitli kamuoyu yoklamaları, AKP’nin oy kaybına uğrayacağı işaretini veriyor. Fakat AKP, gerçekte oy yitirse dahi, iktidarı kaybedecek mi? Daha doğrusu iktidarı kaybetmeyi göze alabilir mi? AKP ve Tayyip Erdoğan’ın, hükümet oldukları 2002 yılından bu yana uyguladıkları TC’yi dönüştürücü ve rejimi yıkıcı politikaları gözönüne alınırsa, bu sorunun yanıtı HAYIR’dır.

Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP’nin tüm icraatları, bildiğimiz laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp, yerine İslam dinine dayanan ve tüm gücün bir tek egemenin yani Erdoğan’ın elinde toplandığı bir otokrasi kurmak üzerine olmuştur. Tayyip’in ve AKP’nin yaptıklarını, bu blogda çeşitli defalar dile getirdik. Tayyip ve AKP, bütün bu icraatlarla, idam cezasını gerektiren vatana hıyanet ve Türk Ulusuna açıkça düşmanlık suçlarını işlemiştir. Bunun dışında Suriye’deki IŞİD katillerine ve Libya’daki radikal islamcı guruplara silah, para ve lojistik destek vererek, küresel çapta terörü destekleyen bir konuma düşmüştür. AKP’nin iktidardan uzaklaşması, Tayyip Erdoğan ve AKP liderliği ve bürokrasininin, adalet karşısına çıkmaları ve Türkiye’ye ve insanlığa karşı işledikleri suçlar için hesap vermeleri demek olacaktır. Bu yüzden, 2015 Haziran seçimlerinde AKP, oyu ne olursa olsun iktidarı terketmeyecektir.

Bu nedenle, 2015 genel seçimlerinin bir ferahlama ve kurtuluş getirmesini beklemek safdillik olacaktır. AKP’nin iktidardan sökülüp atılması, ancak süngü ve halkın güç kullanması yoluyla olasıdır. İnsanlık tarihinde diktatoryalar ve zorba rejimler, hiçbir zaman demokratik seçimlerle ve kendi rızalarıyla iktidarı teslim etmemişlerdir. 2015 Türkiyesi de bir istisna olmayacaktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri İhanet İçinde

Tayyip Erdoğan idaresindeki AKP terör teşkilatının iktidara geldiği 2002 yılından beri hedefi, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yerine, dini esaslara dayalı, Kürtlere özerklik tanıyan bir federasyon kurmak. AKP bu hedefine ulaşmak için CIA kontrolündeki Fethullah Hoca Cemaati, PKK, şeriatçı örgütler, cihatçı teröristler ve Türkiye’nin düşmanı olan çeşitli iç ve dış mihraklarla işbirliği içinde çalıştı ve çalışmakta. Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamakla yükümlü Türk Silahlı Kuvvetleri ise, bu vahim durum karşısında tepkisiz ve suskun. Cumhuriyet rejimini ortadan kaldırmak, Türk vatanını bölmek ve Türk Milleti’nin egemenliğinin yerine bir diktatörün egemenliğini koymak isteyen AKP’ye karşı TSK’nin kayıtsızlığı, kanunen bir suç ve Türk tarihinin yazdığı en büyük ihanettir.

AKP, ulusal ve üniter Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırıp, çokuluslu bir federasyon kurmayı, laik sistemi değiştirip İslam şeriatına dayalı bir hilafeti yeniden diriltmeyi hedeflediğini, iktidara geldiği 2002 yılından beri başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere liderlik kadrosunun beyanatları ve icraatları ile açık ve seçik olarak gösterdi. AKP’nin söylemleri ve izlediği politikalar, 2030 Türkiye Master Planı’nın icrasıdır. Bu plan kaba hatları ile,

  1. Atatürk Devrimleri’ni kaldırıp toplumu İslamileştirmek,
  2. Türkiye’de cumhuriyet rejimine son verip devlet idaresini İslami esaslara dayandırmak,
  3. Kurucu unsur olan Türk milletinin adını Anayasa’dan ve devlet yapısından silerek Türkiye’yi çokuluslu bir Anadolu federasyonuna dönüştürmek,
  4. Parlamenter-demokratik sisteme son verip, yasama-yürütme-yargı erklerini Tayyip Erdoğan’ın elinde toplayarak dikta idaresi kurmak

üzerine odaklanmıştır. Tayyip Erdoğan’ın kendi ağzından belirttiği gibi AKP demokrasiyi, gidilecek hedefe, yani dinsel diktatoryaya varıncaya kadar binilecek bir araç olarak kullanmıştır. Demokratik yollardan iktidara gelip demokrasiyi ilga etmek, anayasal bir suçtur. AKP bu hedefe ulaşmadaki tüm iç engelleri, yargı, emniyet, medya, sivil toplum örgütleri ve muhalefeti etkisiz hale getirmiştir. Bu durumda, AKP’ye karşı durabilecek tek güç, TSK’dır. Fakat TSK, anayasayı ve TC rejimini koruma sorumluluğu karşısında kayıtsız ve hareketsiz durmaktadır.

AKP, karşıdevrim programını yürütürken kendisine karşı gelebilecek laik, cumhuriyetçi ve ulusalcı aydın, yazar, akademisyen, asker, toplumsal ve siyasal aktörleri Fethullah Cemaati’nin yargı ve emniyetteki örgütlenmesi eliyle düzmece siyasal davalarla hapse attırdı. TSK’yi bu kumpas kampanyasında en önemli hedef haline getiren AKP ve Cemaat, Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk sözde davalarıyla üst düzey kurmay kademesinin üçte birini safdışı bıraktı. Yıllarca zindanlara kapatılan yüzlerce üst düzey askerin bir kısmı bu işkencelere dayanamayarak yaşamını kaybetti veya intihar etti; düzmece Balyoz planı bahanesiyle Trakya’da yapılacak bir savaşın gazetelerde ifşa edilen planlarını değerlendiren Yunanistan, bütün savunma planlarını buna uygun olarak değiştirdi; AKP ve Cemaat savcıları Bülent Arınç’a sözde suikast iddiasıyla TSK’nin kozmik odasına girerek ordunun ultra gizli savaş-savunma planlarını kaçırdı ve yabancı istihbarat örgütlerine servis ettiler; AKP sözde Çözüm Süreci bahanesiyle TSK’nin PKK’ya karşı harekat kabiliyetini kısıtladı ve Güneydoğu’da askeri kışlasına hapsedip PKK’nın bölgeyi fiilen kontrol altına almasını sağladı. 2015 Mart itibarıyla TSK, Güneydoğu’da PKK’nın kendi mahkemelerini kurmasına, vergi toplamasına, gençleri dağa kaldırmasına, ve kaymakam-vali atamasına ve böylece devlet hakimiyetini fiilen ortandan kaldırmasına sesini çıkarmıyor. Güneydoğu’daki TC polisi karakoluna ve TSK da kışlasına hapsolmuş durumdayken, çarşı iznine çıkan askerlerimiz enselerinden kurşunlanarak şehit edilirken, Türk vatanını korumak ve kollamak için güya yemin eden TSK tamamen sessiz ve tepkisiz.

Hile ve desise ile cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Erdoğan, ailesi ve yandaşları ile tüm ülkeyi ve kaynaklarını yağmalamakta. AKP’nin el atmadığı toprak parçası, özelleştirmediği devlet kuruluşu, satmadığı emlak, yağmalamadığı milli servet kalmamış… Bunların yanında Erdoğan, yasama-yürütme-yargıyı kendinde toplanmış, devleti şeriat temelli bir yapıya dönüştürmekte, PKK ile federasyon pazarlıkları yaparak TC’nin üniter devlet yapısını yok etmekte. Milli Bayramlarımızı kutlamak yasaklanmış, andımız yasaklanmış. Milli Eğitim’i işgal eden şeriatçı kadrolar, Türk milli eğitimini yokederek gerici ve yobaz bir sistemle değiştirmekte, üniversiteden anaokullarına kadar gençliğimizin beynini yıkamakta ve geleceğin terörist-intihar bombacısı ordusuna milyonlarca eleman yetiştirmekte… Yine bütün bu olanlar karşısında TSK umursamaz bir tavır sergilemekte.

AKP işlediği bu anayasal suçlara karşı kendisini sağlama almak için, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin “Silahlı kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır” ifadesini, “Silahlı kuvvetlerin vazifesi; yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır” şeklinde değiştirdi.

Ayrıca, 2010 yılında Milli Güvenlik Siyaset Belgesi olarak adlandırılan Kırmızı Kitap’taki tehditler arasında sayılan “irtica”yı bu kitaptan, yani ulusal tehdit sıralamasından çıkardı. Bu değişikliklerle AKP, TSK’nin görev ve sorumluluğunu sadece dıştan gelen tehditlerle sınırlayıp, aynen kendinin yaptığı gibi dinci ideolojiye dayanan bir iç düşmanın Türkiye’de hükümeti, yargıyı ve tüm devleti ele geçirip rejimi değişikliğiyle Cumhuriyeti içeriden imha etmesi tehdidine karşı TSK’yı yetkisiz bırakmak amacı güttü. Bütün bunlar karşısında başta komuta kademesini oluşturan Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hulusi Akar, Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Bülent Bostanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Akın Öztürk ve Jandarma Genel Komutanı Org. Abdullah Atay olmak üzere TSK’dan AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a hiçbir itiraz veya muhalefet gelmedi.

Bunların dışında, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde Türkiye’ye ait 16 adet adacık ve kayalığı işgal etmesine karşı TSK bir tutum sergilemedi. Aynı şekilde, Türkiye’nin yurtdışındaki tek Türk toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’nden çekilmesi de TSK tarafından bizzat icra edildi. Bu fiili toprak kayıpları da, TSK’nin komuta kademesinin Türk vatanının korunması görev ve yükümlülüklerini ihmal etmesinin en vahim örneklerindendir.

Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin rejiminin AKP tarafından değiştirilmek istenmesi, devlet hakimiyetinin Güneydoğu’da fiilen son bulmuş olması, Anayasa’nın değişmez ilkelerinin kaldırılarak Türk ulus devletine son verme çabaları, ülkenin ekonomik varlıklarının daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde yağmalanması, tevhidi tedrisata son verilip milli eğitimin yok edilmesi ve yerine dini eğitimin getirilmesi ve IŞİD, Nusra Cephesi gibi İslami terör örgütlerine destek verilmesi, Türkiye’nin çok ağır bir tehdit altında olduğunun açık kanıtlarıdır. Geçen seçimlerde görüldüğü üzere, AKP iktidarda kalmak için her türlü seçim hilesi ve oyununa başvurmakta ve emrindeki Yüksek Seçim Kurulu ve hileli elektronik oy sayma sistemi vasıtasıyla seçim sonuçlarını kendi lehine döndürmektedir. AKP iktidarının seçimle gönderilmesi ve hesap sorulması ihtimal dışı olduğu açıktır. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel de, AKP hükümeti ve Tayyip Erdoğan’a açıkça destek olarak hıyanete fiilen dahil olmuştur. Yüce Atatürk’ün dediği gibi, bu durum ve şartlar altında TSK, yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınamaz. Kaçınırsa, ihanete ortak olur; ve bu işin hesabını başta komuta kademesinden olmak üzere, Türk Milleti’ne tarih önünde vermek zorunda kalır.

Bölücü Kılıçdaroğlu’nun İcraatları

CHP’yi kahpe bir kumpasla ele geçirip Atatürkçü, milliyetçi ve vatanseverlerden temizleyen, yerlerine dinci, bölücü ve yıkıcıları getiren, AKAPE işbirlikçisi şerefsiz Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu hakkına harika bir yazı.

Gerçek CHPlilerin bir an önce Dersimli Kemal ve onun terörist şebekesini CHP’den temizlemeleri dileğiyle…

Deniz Kaçağan: Sömürgeciliğin geniş tezgâhı

Gündem — 14 Mar, 2015

20 Haziran 2014 tarihinde, Diyarbakır’da bölücülerin düzenlediği “2. Tigris Diyalogları” toplantısına katılan KILIÇDAROĞLU, 1930 CHP’sini eleştirme cüretinde bulundu.[1] Böylece, çözüm süreci adı altında bölücü AKP’nin, Büyük Ermenistan ve Büyük İsrail açılımına desteğe her zaman hazır olduğunu göstermiş oldu…

Peki; hurafeci ve bölücüler, 1930 CHP’sini neden eleştiriyorlar? Ne var 1930’da? ATATÜRK dönemi kötü müydü? Kim oluyor bunlar? Yoksa hurafeci, bölücü isyanlar bastırıldığından mı kaynaklanıyor bu kinleri?

SOROS’un TESEV derneğinin 183. Kurucu üyesi olan KILIÇDAROĞLU; genelbaşkan olmadan önce de, 10 Kasım 2009 tarihinde Onur ÖYMEN’in mecliste yaptığı konuşmayı Tunceli’de eleştirerek bölücü, hurafeci Seyit Rıza’yı savundu ve ATATÜRK dönemini katliamla suçladıydı. Yani anlayacağınız deşifre olalı çok oldu. KILIÇDAROĞLU, muhalefeti çelişkiye düşürüp AKP’yi devamlı iktidarda tutmak ve iktidarın bölücülüklerini meşrulaştırmak için proje gereği getirildi…

10 Kasım 2009 tarihinde Onur ÖYMEN’in mecliste yaptığı konuşmayı KILIÇDAROĞLU şöyle eleştirdi: “TBMM’de 10 Kasım oturumunda sayın Onur ÖYMEN, CHP adına konuşma yaptı. ÖYMEN konuşmasında Dersim isyanına vurgu yapması, PKK terör örgütü ile Dersim isyanı arasındaki bağlantıyı kurmak istemesi çoğu çevrede gerçekten de ciddi tepkiler yaratmıştır. Önce şunun altını özenle çizmek isterim. Dersim coğrafyasında yaşanan olay, insanlık dramıdır. Bu bölgede yaşayan insanlar o dönemin acılarını, o dönemin kaybolan hayatlarını, o dönemin ağıtlarını dinleyerek bugünlere geldiler.”[2]

KILIÇDAROĞLU, o dönemde yapılan çok ciddi insanlıkla bağdaşmayan olaylar olduğunu, bu olayları getirip günümüzde terör örgütüyle mücadelenin bir unsuruymuş, benzeriymiş gibi kullanmanın doğru olmadığını anlattı…

161 üyeli Sosyalist Enternasyonel’in 24. Kongresi Güney Afrika’da yapıldı ve bu kongreye bölücü Seyit KILIÇDAROĞLU da katıldı. Sosyalist Enternasyonel’in 24. Kongresi; “Barış, sürdürülebilirlik ve işbirliği” başlıklı yayınladığı bildiride, sömürgecilerin Türkiye’yi bölme amaçlı kullandıkları PKK’ya karşı verilen mücadeleyi; İsrail-Filistin sorununa benzettiler ve çözüm için BM ve uluslararası kuruluşlarla çok taraflı çalışmak gerektiğini yazdılar. Hezeyanlarla dolu bu bildiriyi, bölücü CHP’liler itiraz edip düzelteceklerine imzalamayı seçtiler…

Jeopolitik bir gerçek olarak, dünyanın her noktası yalnız kendine özgü şartlar barındırır. Birindeki şartlarla diğerini yorumlamak bilim dışıdır. İngiltere’deki IRA; İspanya’daki ETA; İsrail-Filistin sorunu ve Türkiye’deki PKK’nın birbirleriyle hiçbir benzer yanı yoktur. Benzetmeyle bilim yapılmaz; bilime konu olan nesneyi, bizzat kendi şartlarında inceleyip değerlendirmek zorunludur. Sömürgecilerin denetimindeki Enternasyolistlerin bu çarpıtmaları da, ülkemizde uygulanan psikolojik operasyonun parçaları gibidir. 30 yılda 40 bin insanımızı öldürerek, toplumumuza, bıkkınlık ve yılgınlık duygularını yaşatmaya çalışan sömürgecilerin maşaları, ülkemizin milli çıkarlarını savunanları, çözümsüzlük yanlısı gibi göstererek hedef saptırmaktadır. Oysa yaşam; her varlık için sorundur ve yalnız ölülerin sorunu olmaz. Türkiye, varlığını devam ettirmek istiyorsa; sömürgecilerin ürettiği ve üreteceği her soruna hazır ve devamlı mücadele eder durumda olmalıdır. Evet biz; tavizler verilerek sorunların çözülmesini değil, o sorunu üretenlerle, ısrarla, aralıksız mücadele edilmesini istiyoruz. Gerçek lider ülke; yorgunluk belirtisi göstermeden mücadele eder. Hem gelecekte, PKK sorunu bitirilmiş gibi yapılsa bile; AB-D tarafından başka sorunlar başlatılacak. Yani; 7 Ağustos 2003 yılında Amerika Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın Washington Post’ta yazdığı gibi, AB-D’nin asıl hedefi, bölgemizde (23 ülkede) rejim ve sınırların değiştirilmesidir. Bu gerçeklerden hareketle; AB-D’nin, PKK ve benzeri aparatlarıyla bölgede oluşturduğu istikrarsızlıkları ortadan kaldırıp; bölgeye kendi düzenimizi vermek istiyorsak; AB-D’yi ve tüm aparatlarını bölgeden temizlemeliyiz…

Bölücülükte AKP’yle yarışta hızını alamayan CHP; hazırladığı 224 sayfalık, “Toplumsal Barışı Demokrasi ile Güvence Altına Almak” başlıklı müsveddede “Dersim arşivlerinin açılması”nı istedi. İyi de, hangi Dersim arşivi? Dersimle ilgili gizli, saklı bir şey yok ki; her şey zaten ortada; belgeler açık, araştırmacılar kitaplarını yazdı. Sanki kimsenin bilmediği bir şey varmış ve geçmişi eşeleyerek bunun ortaya çıkarılması gerekiyormuş gibi, bilime aykırı şekilde olaya gizemli süsü de vererek bölücü CHP’nin AKP gibi sinek kanadından yağ çıkarmaya çalışması kendilerini gülünç duruma düşürüyor doğrusu. Yine aynı raporda CHP, sanki bölücü AKP yapmıyormuş gibi; yer adlarının da değiştirilmesini istedi…

2014 yılında yapılan kongrede; CHP’liler genelbaşkanı değiştirip bölücü Seyit KILIÇDAROĞLU’undan kurtulacağız hayaliyle avundular ancak kongrede bölücü KILIÇDAROĞLU’nun tekrar seçilmesiyle beklentilerinin boş olduğunu gördüler…

Sömürgecilik denilen insanlık düşmanı en şiddetli zulüm, çıkarlar ilişkisinden oluşur. Değişik toplumlardan, soylardan ve dinlerden insanların çıkar birlikteliği ilişkileriyle bir araya getirildiği bu tezgâhın tepesinde dünyanın en zengin 300 kişisi bulunur. En tepedeki yaklaşık 300 kişinin; uluslararası resmi-gayr-i resmi kuruluşlarıyla teşkilatlandırıp sömürgeci tezgâhta bir araya getirilen kişiler; sadece kendi maddi durum ve konumlarını yükseltmek için insanlığı satarlar. Bireysel çıkarlarıyla sömürgeciliğe alt taraftan bağlanan kişiler, bulundukları toplumlarda, çıkarı olmayan cahil kitleleri etkilemek, şaşırtmak veya yanlış yönlendirmek için; din, milliyetçilik, vatan ve benzeri tüm değerleri işe yaradığı ölçüde kullanırlar. Burada, din, milliyet ve vatanın değer olup olmadığını tartışmak şöyle dursun; asıl bu kötüye kullanımı tartışmamız gerekir. Yani bu değerler olmasa, başka değerler olacak ve bu kez o değerler sömürgeci tezgâhın aparatları tarafından kullanılacak. Dolayısıyla, hem insanlığa karşı herhangi bir değeri kullanmak suç olduğu gibi, hem de cahil kitlelerin bilgisizlikleriyle bu kullanıma izin vermeleri asıl suç ve yanlıştır…

Çıkar birlikteliği ilişkilerinin bir araya getirdiği bu kişilerin oluşturduğu sömürgeci piramit; yukarı çıktıkça kişilerin sayısı azalıp kazançları çoğalırken; aşağı doğru inilirken de tersi olur. Bunu şöyle de özetleyebiliriz: Yaklaşık 300 kişiden oluşan ve hiç değişmeyen en tepedeki kişilerin, trilyon dolarlık servetleri bulunur; daha aşağıda ve sayısı 6000 (altı bin) kişiden oluşan ikinci sınıfın milyar dolarlık servetleri bulunur; daha aşağıda yani üçüncü sınıfta yer alan 130 bin kişinin ise milyon dolarlık servetleri vardır. Bu çıkar ilişkisine bağlanan ve zemininde yer alan en alttaki yaklaşık 2 milyon 4 yüz bin kişinin de 100 bin dolar üzerinde yıllık gelirleri olur. Neredeyse toplamda 3 milyon kişiden oluşmayan ve çıkar birlikteliğiyle birbirine bağlanan sömürgeci tezgâhın bu elemanları, 7 milyar insanlığa karşı mücadele ederler…

Sömürgeciliğin amacı devamlı kâr güdüsüdür; bu amacı gerçekleştirebilmek için de, kullandıkları kurum ve kişileri, uygun yer ve zamanda yenileriyle değiştirerek sömürgeciliği sürekli yaşatmaktır. Siz bir kişinin kullanıldığını veya bir kuruma sızılıp sömürgeciliğe hizmet ettiğini fark ettiğiniz anda; aslında ölü bir cesetle uğraşmış oluyorsunuz. Çünkü sömürgecilik, bir şeytan gibi o cesetten çıkmış; sizin bilmediğiniz bir başka bedene girmiştir. Böylece siz, hep geride kalan tortularla oyalanıp zaman kaybedersiniz. Sömürgecilik de, zarar görmeden, insanlığa karşı işleyişini ve yaşamını devam ettirir…

Ayrıca, Amerika veya Avrupa’daki devletlerin çökmesi insanlığın kurtuluşu veya sömürgeciliğin sonu olmaz. Çünkü devlet, bir düşüncenin teşkilatlandırılmasıdır. Bu devletlerden biri veya birkaçı çökse bile; sömürgeci sermaye sahipleri, sağlayacakları finansla anında bir başka teşkilatlanmayı kurarlar. Dolayısıyla, insanlığın kurtuluşu için yıkılması gereken devletler değil sermayeyi ellerinde bulunduran ve devletleri, kurumları ve kişileri sömürü düzeninde bir aygıt gibi kullananların saltanatıdır. Siz, bunların varlıklarına el koymadıkça; devletleri yıksanız ne olur? Bunlar, sahip oldukları sermayeyle başka başka devletler kurarlar ve insanlık yeni bir baş belasıyla karşı karşıya kalır. Bu nedenle, her Türk Milliyetçisinin ilk hedefi; kudurmuşların kasalarıdır. Oraya para akışını durdurup tersine akışı gerçekleştirmeliyiz…

İnsanlık için, önce savaş verip dünyada kurtarılmış bir bölge (tam bağımsız bir devlet) oluşturmalı; buraya hiçbir şekilde sömürgecilik, asla girememeli. Sonra iyi bir istihbarat ağı ile dünyadaki, altın-para ve her türlü değerli varlığın bulunduğu kasalarının haritadaki yeri belirlenmeli ve en sonunda güçlü bir orduyla bu varlıkların bulunduğu yerlere saldırılıp ele geçirilmeli…

Sömürgecilik, dünyadaki 100’den fazla ülkede[3] ellerinin altında tuttukları kukla iktidarlarla; çok geniş bir tezgâhı insanlığa karşı etkin çalıştırıyorlar. İktidarı henüz ele geçiremedikleri ülkelerde de, muhalifleri destekleyerek (üstelik bu muhalifler, hukuki çerçevede siyaset değil; çoğunlukla silahlı terör grupları oluyor) sızdıkları bu ülkelere kısmî etkide bulunuyorlar. Ülkemizde ise, hem iktidarı hem muhalefeti ellerinin altında tutan sömürgecilik[4]; ortaklığı bulunan medya patronlarının yayın organlarıyla, en fazla yararlanabilecekleri kukla elemanları parlatıyorlar. KILIÇDAROĞLU’nun Uğur DÜNDAR’la dürüst, yolsuzluklarla mücadele eden adam oyunlarını hatırlayın. Bu nedenle, sermaye medyasında sesi çok çıkarttırılan adamlara veya kısık sesle konuşturulan güzel ciddi kadınlara hiçbir zaman güvenilmemeli…

18 Ağustos 2014 tarihinde, CHP grup başkan vekilliğinden istifa ederek genelbaşkanlığa adaylığını mecliste düzenlediği basın toplantısında açıklayan Muharrem İNCE şu ifadeleri kullandı: “adalet sistemi sağlıklı bir biçimde işletilememiştir. Geldiğimiz bu noktada, acil politikalar şunlar olmalıdır; özgürlükçü bir demokrasiye ulaşmak, toplumsal mutabakat sağlamak ve yeni bir anayasa yapmak”[5]

Ya! Değerli okur, ağızdaki baklayı gördünüz mü? Adalet sistemi sağlıklı bir biçimde işletilememişmiş. Oysa İNCE’nin dediği gibi; işletilememiş değil; işletilmedi. Yani İNCE, AKP’nin kasıtlı, hain uygulamalarına; yapamadı, masum maskesi takıyor ve devamında yeni bir anayasa diye ekliyor. Biliyoruz ki bu anayasa, sömürgecilerin PKK üzerinden dayattıkları; Güneydoğu Anadolu bölgemizi kiralık tetikçi çete başı Yahudi BARZANİ’nin[6] yönettiği Irak’ın kuzeyiyle birleştirecek ve Türkiye Cumhuriyeti’nin birlikçi (üniter) devlet yapısını dağıtacak; bölücü (federasyon) bir anayasadır…

Daha önce; 23 Mayıs 2012 tarihinde mecliste verdiği “partiler, Türkçe dışında bir dille propaganda yapabilmeli”[7] önergesiyle Muharrem İNCE’nin birlikçi (üniter) devlet yapısına karşı olduğu ve bölücü olduğu ortaya çıktıydı. Aynı Muharrem İNCE, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında da yaptığı bir konuşmada, bölücü Selahattin DEMİRTAŞ için: “Cumhurbaşkanlığı sürecinde DEMİRTAŞ’ın açıklamaları pek çok solcunun, sosyalistin yüreğinde yer edindi. Çıkışlarının barışa katkısı olmuştur, kendisini kutluyorum. Demirtaş’ın benim köyümdeki köylüyü gülümsettiğini gördüm. Şimdi sıra bizde.”[8] İfadelerini kullandı. Demek sıra İNCE’de veya yeni CHP yönetiminde; onlar da bölücüleri güldürmeli. Ama CHP’nin bölücüleri güldürmesi, öyle esprilerle olmayacak; aynen AKP gibi, bölücü yasal şekillendirmelerle olacak tabii ki. Ayrıca birilerinin iddia ettiği gibi Muharrem İNCE çok milliyse; sömürgecilerin Türkiye’nin başına atadığı Ekmeleddin’e Cumhurbaşkanlığı adaylığı için neden imza verdi?

Deniz KAÇAĞAN

Kaynak:

[1] https://www.facebook.com/video.php?v=694731023907328
[2] 22 Şubat 2014 tarihli Milli Gazete
[3] Richard OUETZEN – From Crisis to Cooperation Turkey’s Relations with Washington and NATO; The Washington Institute for Near East Policy; Number 12; June 2012
[4] http://www.radikal.com.tr/politika/kilicdaroglu_oymen_geregini_yapmali-964636
[5] https://www.facebook.com/video.php?v=725241560856274
[6] Tarih ve Düşünce dergisi; Şubat 2003; sayı 36; sayfa 31
[7] http://arsiv.gercekgundem.com/?p=460822
[8] http://t24.com.tr/haber/demirtasin-benim-koylumu-gulumsettigini-gordum-chp-lideri-de-kurt-genclerini-gulumsetmeli,268199

http://www.ilk-kursun.com/haber/220495/deniz-kacagan-somurgeciligin-genis-tezgahi/

CHP’NİN GODOŞLARI

Türkiye yangın yeri olmuş… AKP denilen çete, yurdun dört bir yanını tutmuş, devletimizi, yargımızı ele geçirmiş, ordumuzu tutsak almış, milletimizi sindirmiş. Türkiye’mizi yıkmak ve yerine bir İslam-Kürt federasyonu kurmak için canla başla çalışıyor. PKK ile işbirliği yapmış, ülkenin güneydoğusunu fiilen özerk bir bölgeye dönüştürmüş. IŞİD denilen katil sürüsünü desteklemiş, büyütmüş.

AKP bütün bunları yaparken karşısındaki muhalefete bir bakın! CHP, Kemal Kılıçdaroğlu isimli bir ajan ve ekibi tarafından işgal edilmiş, AKP’ye PKK açılımında, türbanda, eğitimin dincileştirilmesinde destek oluyor, bir şeriatçıyı cumhurbaşkanı adayı gösteriyor, Atatürk düşmanlarını parti yönetimine getiriyor…. Atatürk’ün partisi Atatürk ilke ve inkılaplarını inkar etmiş, Kemalist ve Ulusalcıları kadrolardan temizlemiş, Cumhuriyet düşmanları ile el ele Cumhuriyete güle oynaya kazma vuruyor. Anamuhalefet değil AKP’nin ana koalisyon ortağı mübarek…

Peki yok mu koca parti içerisinde bundan rahatsız olan bir vatansever Allah’ın kulu? Ey CHP’liler hepiniz mi uyudunuz? Hepiniz mi uyutuldunuz? Hepiniz mi godoşsunuz? Vatan iğfal edilirken uyku olur mu, a godoşlar? Yok mu içinizde şu Kılıçdaroğlu denilen Dersimli şerefsiz haine bir çift laf söyleyecek? Yok mu içinizde ona yuh diyecek? Suratına tükürecek? Cumhuriyet’in ırzına geçiliyor, vatan elden gidiyor, içinizdeki birkaç yürekli hariç başınızdaki hainin götüne takılmışsınız, bu tecavüzü seyrediyorsunuz. Ananızın bacınızın ırzına geçilirken böyle yine sessiz mi kalacaksınız şerefsizler? Sıra ona da gelecek; Cumhuriyet yıkıldıktan sonra.

Ayağa kalkma vaktidir, Kılıçdaroğlu isimli ajanın yüzüne tükürme vaktidir. Puştluğa devam eden, zülden kurtulmaz, iflah olmaz. Yok mu içinizde bir Hasan Tahsin?