TÜRKİYE AKP’DEN NASIL KURTULUR: ULUSAL AKSİYONA ÇAĞRI

2014 Ağustos itibarıyla ülkemizin durumu karanlık. İktidara geldiği uğursuz 2002’den bu yana geçen 12 yıl zarfında AKP, Türkiye’yi sosyal, politik ve ekonomik yönlerden dönüştürüp tamamen farklı bir ülke yaratmak amacıyla uygulamaya koyduğu Master Plan çerçevesinde büyük mesafe katetti. Bu Master Plan, Türkiye’yi laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti, cumhuriyet idaresi ve ulus devletten, çok milletli, Selefi zihniyete dayalı bir şeriat devletine çevirme planıdır. Bu planın dönüm noktası 2023, ana hedefe varış tarihi 2030’dur; bu nedenle 2030 Master Planı olarak da adlandırılabilir. 2014 itibarıyla, Türk Ulusu’nun yokedilmesini hedefleyen bu planı demokratik sistem ve yöntemler içerisinde engellemek mümkün değil çünkü bu zor ödevi başarabilecek siyasi muhalefet, sivil toplum kuruluşları, yargı ve basın-yayın organları da dahil olmak üzere tüm sivil unsurlar AKP ve suç ortakları tarafından nötralize edilmiş durumdadır. Seçim sistemi, oy sayım ve döküm mekanizmaları AKP tarafından ayarlanmış, seçmen kütükleri düzmece bir şekilde düzenlenmiş ve 2002’den bu yana bütün seçimlerde giderek yaygınlaşan hile ve oy hırsızlığı ile millet iradesi gasp edilmiştir. Bir işgal gücü gibi hareket eden AKP’nin normal seçimlerle gönderilmesi imkansızdır. Bu işgal ve tecavüze karşı Türk Milleti’nin aynen Milli Mücadele dönemindeki gibi zor kullanması, tek meşru müdafaa yöntemi olarak yasal ve gerekli hale gelmiştir.

AKP’nin Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Ulusuna Yaptığı Kötülükler:

12 sene boyunca dış destekli Fetullah terör şebekesi, Cumhuriyet düşmanı çıkar çevreleri, cemaatler, tarikatlar ve Türkiye’yi Yugoslavya gibi parçalamak isteyen dış güçler ile ittifak kuran AKP, metodik bir şekilde Türk toplumunu esir almış, polis, yargı ve silahlı kuvvetler de dahil olmak üzere, devlet mekanizmasını tamamen ele geçirmiştir. Türk milliyetçisi, Atatürkçü komutanlar ve subaylar sahte suçlamalarla hapse atılmış, vatansever kamu personeli kıyıma uğratılmış, yerlerine AKP’nin memuru olarak hizmet etmekle görevli, çoğunlukla imam hatip kökenli, gerici ve Türk düşmanı valiler, kaymakamlar, memurlar atanmıştır. AKP, emniyet teşkilatını, aralarındaki ittifak bozulana kadar Fetullah şebekesinin desteği ile kendi milis kuvveti olarak yeniden dizayn etmeye çabalamış, bunun yanında MİT’i de ulusal ve uluslararası alanda kendi pis ve illegal işlerini halleden özel güvenlik kuvveti haline getirmiştir.

Ekonomi alanında, özelleştirme adı altında kamu kuruluşları AKP yandaşlarına yok pahasına satılmış, devlet arazileri, SİT alanları, doğal parklar, ormanlar, yaylalar, birinci sınıf tarım arazileri yasadışı olarak imara açılarak AKPlilere eşi benzeri görülmemiş derecede rant sağlanmış, vatanın cennet köşeleri maden ve hidroelektrik santrali inşası için hısım, akraba ve yandaşlara peşkeş çekilmiştir. Bu şekilde AKP, kendisini destekleyecek bir İslami burjuvayı yaratarak devletin sonsuz olanakları ile zenginleştirmiştir. Terazinin öbür yanında ise, bu yağma, sömürü ve hırsızlık düzeninin ezdiği ve her geçen gün fakirleştirdiği halk tabakalarını, istihdamı arttıracak büyüme odaklı bir planla kalkındırmak yerine, devletin yardım ve ianelerine muhtaç hale düşürmüş ve aynı zamanda kendisinin bir oy deposu haline getirmiştir.

AKP, 12 yıllık iktidarı süresince basını susturmuştur; işadamlarını tehdit ederek bir havuzda toplattığı 600 milyon dolarla kendi gazete ve televizyon ağını kurmuş, ana akım basını vergi cezalarıyla kendi şakşakçısı haline getirmiştir. Muhalif gazete ve televizyon sayısı bir elin parmakları ile sayılacak kadar azdır. Gece gündüz AKP’nin kara propagandasına maruz kalan Türk halkının büyük bir çoğunluğu bu partinin Türkiye’ye verdiği tahribatı kavramaktan uzaktır. AKP’nin foyasını meydana çıkartacak ve bu habis tehlikeyi önleyebilecek askeri kadrolar, muhalif yazar, akademisyen ve düşünce önderleri, Fethullah terör şebekesi bir maşa olarak kullanılarak Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davası gibi kumpaslarla hapislerde süründürülmüştür. Bu vatansever kadrolardan birçoğunun serbest kalması, ancak yakın zamana kadar sürmüş olan AKP-Cemaat ortaklığının son bulması ve bu iki tarafın çıkar çatışması sebebiyle birbirlerinin aleyhine dönmeleri sonucu mümkün olmuştur.

AKP’nin 12 yıllık iktidarındaki yolsuzluk ve hırsızlık sicilinin eşi ve benzeri Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiştir. Tayyip Erdoğan ve ailesinin yolsuzlukları 17 Aralık ve 25 Aralık soruşturmaları ile su yüzüne çıkmış, devleti nasıl soydukları kaydedilen telefon konuşmalarında kendi seslerinden ifşa olmuştur. Ailecek, kara para aklamaktan arazi yağmasına, kamu ihalelerinden komisyon almaktan devlet bankalarının hortumlanmasına kadar bulaştıkları hırsızlıklar belgelenmiştir. Yolsuzluk ve soygun, Tayyip ve ailesi ile sınırlı olmayıp, AKP’nin ekonomik modus operandi’sidir ve yeni Müslüman, veya doğru tabiriyle süslüman, burjuvazinin sermaye birikiminin temelidir. AKP’liler ve diğer yobaz çevreler, Türkiye Cumhuriyeti’ni “dar-ül harp” yani savaş kapısı, harp edilecek gavur toprağı olarak gördüklerinden, ülkemizin kaynaklarını insafsızca yağmalamak onlar için mübah, yani dinen caizdir.

AKP, kendisine karşı gelen Türk halkına karşı terör estirmektedir. Tayyip Erdoğan, hükümet veya AKP aleyhine söz söyleyenler, sosyal medyada yazıp çizenler, kamuya açık yerlerde beyanda bulunanlar polis ve yargının hışmına uğramaktadır. AKP’ye muhalif olmak, bir vatandaşın işini kaybetmesi, bir işadamının vergi denetimi ile iflas ettirilmesi, bir çocuğun gözaltına alınması, bir gencin polis tarafından hunharca dövülmesi için yeterli bir nedendir. Gezi Parkı’nda AKP’nin baskı ve zulümlerine karşı isyan eden Türk halkına karşı AKP polisi, acımasızca saldırmış, gözyaşartıcı bomba fişeklerini vatandaşlarımızın kafalarına hedefleyerek on kadar gencimizi öldürmüş, başka onlarcasını kör veya sakat etmiştir. AKP polisi, TOMAlardan püskürttüğü tazyikli suların içindeki karışımla Türk halkına karşı kimyasal silah kullanmıştır.

AKP’nin PKK ile işbirliği yapması, 2030 Master Planı’nın bir gereğidir; çünkü bu plan TC’nin güneydoğusunda otonom bir Kürt bölgesi kurulması ve TC’nin bir federasyona dönüşmesini öngörmektedir. Bu bölgede Kürtleri temsilen hak iddia eden ve 30 yıldır terör eylemleriyle bölgeye hakim olmak isteyen PKK, AKP için doğal bir muhataptır. Bunun dışında PKK ile ittifak, AKP’nin Milli Uyanış’a karşı iktidarını devam ettirebilmesi için de bir zorunluluk haline gelmiştir; çünkü PKK’ya verilen sözler karşılığında örgüt silahlı elemanlarını güya Türkiye’nin dışına çıkartarak Türk kamuoyunun gözünü boyamış, silahlı eylemlerini belirli bir süre askıya alarak da kamuoyunda AKP hükümetine karşı oluşacak nefret ve tepkilerin önünü almıştır. Böylece AKP iktidarına destek olan PKK, ona TC’yi bölme yolunda izlediği süreçte başarılı olması için zaman kazandırmıştır.

AKP-PKK işbirliği 2009’daki Habur süreci ile su yüzüne çıkmış, 2010 Anayasa değişikliği referandumu, 2011genel seçimleri ve 2014 yerel seçimlerinde AKP’nin verdiği yeni haklar ve tavizler karşılığında PKK’nın eylemsizlik tutumu ile ileri bir düzeye ulaşmıştır. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçimlerinde Kürtlerin desteğine karşı özerklik sözü vermesi ile ihanet doruk noktaya ulaşmıştır. 2014 Temmuz itibarıyla Güneydoğu Anadolu’da PKK, AKP hükümetinin gösterdiği müsamaha altında bağımsız bir devlet gibi hareket etmektedir: Kurduğu sözde mahkemeler vasıtasıyla kendi hukukunu uygulamakta, devlete ödenmesi gereken elektrik ve su ücretlerinin ödenmesini engellemekte, vatandaşlardan vergi toplamakta, ve kendi sözde güvenlik kuvvetleri ile yol kesip kimlik kontrolü yapmaktadır. Ankara’dan gelen emirler doğrultusunda asker kışlasından, polis karakolundan çıkıp, PKK’ya müdahale edememektedir. PKK’nın siyasal kolu BDP, güneydoğudaki petrol, su ve elektrikten pay istemekte, bölgede ekonomik özerklik için kongreler toplamaktadır. Anayasaya aykırı olarak Kürtçe eğitim veren okullar peydah olmuştur. Türk bayrağı, resmi binalara dahi çekilememektedir. Sonuç olarak TC’nin güneydoğusunda devlet otoritesi tamamen sıfırlamış durumdadır; kurulmuş fakat ilan edilmemiş bağımsız bir devlet oluşumu ortaya çıkmıştır.

AKP Kürtlere özerklik verip Türkiye’yi bölmek için Kuzey Irak’taki sözde Kürt idaresi ile de elele vermiştir. Erdoğan, Barzani’yi Diyarbakır’da karşılayıp kucaklarken, Türklük bilincinden yoksun AKPliler bu azılı Türk düşmanı ve PKK destekçisine “Türkiye seninle gurur duyuyor” şeklinde tezahürat yaparak, milletimize olan kinlerini kusmuşlardır. Başbakan yardımcısı Kürt kökenli Hüseyin Çelik, “Irak bölünürse Kürdistan bizim kardeşimizdir” diyerek Kuzey Irak’taki oluşumu Kürdistan olarak nitelemiş ve Irak’tan ayrılıp bağımsızlık ilan etmesine destek vermiştir. Tayyip Erdoğan ve birçok AKP’linin Kuzey Irak’taki korsan oluşuma sevgisinin önemli bir nedeni de ile bu bölgeyle olan akçeli iş ve ticaret ilişkileridir. AKP, Barzani’nin Kuzey Irak petrollerini gasbedip bunları uluslararası piyasalarda Irak hükümetinden bağımsız pazarlamasına yardımcı olmaktadır. Böylece hem Türkiye’yi bölmekte hem de ceplerini doldurmaktadırlar.

Barzani’ye verdiği destek yanında, Suriye içsavaşında El Nusra ve IŞİD teröristlerine verdiği silah, mühimmat ve lojistik destekle de, AKP hükümetinin Türkiye’nin, komşularının toprak bütünlüğünü savunan geleneksel politikasını alt üst edip, bu ülkelerin bölünmesi çabalarında aktif rol aldığının en açık kanıtıdır. Buna, Erdoğan hükümetinin IŞİD’i terörist olarak tanımlamayı reddetmesi de eklenirse, Irak ve Suriye’de dökülen binlerce masumun kanından AKP’nin doğrudan sorumlu olduğu ve bunun hesabını uluslararası forumlarda er veya geç verecekleri yadsınamaz bir gerçek olarak belirir.

AKP, ümmetçidir ve Türk Milliyetçiliğine düşmandır. Kendisi Gürcü karısı Arap olan Tayyip Erdoğan “Türk Milliyetçiliğini ayaklarımın altına aldım” demiştir. Tayyip, TC’yi yıkabilmek için, önce kurucu ideoloji olan Türk Milliyetçiliğini hedef almıştır. Hiçbir zaman Türk milletine ismiyle hitap etmemiş, sadece “bu millet” veya “benim milletim” ifadelerini kullanmıştır. Bundan kastı ise birbirine ulusal bir bilinç ile bağlı yurttaşlardan oluşan Türk milleti değil İslam ümmetidir. Tayyip, bu şekilde sadık oluğu siyasal İslam ideolojisine uygun davranmaktadır çünkü bu ideoloji ¬“kavmiyet ” diye adlandırdığı milliyetçiliği reddetmektedir; bütün Müslümanlar dili, ırkı, rengi ne olursa olsun İslam bayrağı altında toplanmalı ve Halife’ye biat etmelidir.

Böyle bir dünyada, ırk, dil ve etnik köken temelinde kurulu devletlere yer yoktur. Onun için Türk Milliyetçiliğine dayanan TC yok edilmeli, Kürtlerle ve Araplarla bir federasyon kurulmalıdır. Bu nedenle, devlet kurumlarından ve bankalarından TC ibaresinin kaldırılması, başkanlık sistemine geçiş, yasama-yürütme-yargı erklerinin bağımsızlığına dayanan güçler ayrılığının ilgası, PKK’ya tanınan serbestlikler ve Güneydoğu’da özerkliğe geçiş adımları, tevhid-i tedrisat ilkesinin ihlali ile imam hatiplerin ulusal eğitimin omurgası haline dönüştürülmesi, diğer okullarda din eğitiminin yaygınlaştırılması, türbanın okullarda, kamu kurumlarında ve hatta TBMM’de serbest bıraklıması şaşırtıcı değildir. Tüm Cumhuriyet devrimleri bir bir yok edilmektedir. Hedef, dini yönetime dayalı federatif bir hilafet sistemidir.

Muhalefetin durumu:

Bu vahim manzara karşısında muhalefet tamamen etkisizdir. Kemal Kılıçdaroğlu denilen piyon, CHP’nin başına Cemaat ve AKP operasyonu ile getirilmiştir. Kılıçdaroğlu’nun AKP’ye karşı yaptığı muhalefetin mihenk taşı yolsuzluk konusudur; onun dışında CHP ve MHP, AKP’nin TC’nin varlığına ve birliğine kastetmesi, ülkemizi bölmek için PKK ile anlaşması, laik sistemi yok etmek için attığı adımlar, eğitimin dini esaslara bağlanması girişimleri gibi esas konularda sessiz kalmaktadırlar. Hatta açılım konusunda CHP, AKP’ye mecliste destek de vermiştir. CHP lideri Kılıçdaroğlu, parti liderlik kadrolarına PKK ve Cemaat yanlısı, bölücü, yıkıcı ve gerici unsurları almış, Atatürkçü ve ulusalcılara savaş açmıştır. Kılıçdaroğlu idaresindeki CHP, Türk milliyetçiliğini bir kenara atmış, 1930lu yılların CHP’sini bizzat parti liderinin ağzından kınamıştır. Kılıçdaroğlu, Dersimli bir Alevi olarak TC’den ve Türk Milliyetçiliğinden nefret etmekte, federatif bir yapıyı onaylamaktadır. AKP’den farkı, kendilerinin daha dürüst olduğu fakat bölücü-yıkıcı politikaları aynen devam ettirecekleri şeklindedir. MHP ise AKP’ye sadece sözde muhalefet etmekte, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi, türban, imam hatipler örneklerinde olduğu gibi önemli konularda AKP’nin dümen suyunda gitmektedir.

Sonuç:

Değerli aydın ve Türk siyasetinin duayeni Rifat Serdaroğlu’nun isabetli bir şekilde belirttiği gibi:

“AKP basit bir siyasi parti değildir. Türk Milletinin yanıldığı olay, AKP’ yi normal bir siyasi parti olarak kabul etmesidir. Eğer AKP’yi Türkiye’nin hizmetinde olan normal bir siyasi parti olarak varsayarsanız, onun sizi teker-teker yemesine, sonunda ülkeyi bitirmesine engel olamazsınız.

AKP ve Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Federe İslam Devletine dönüştürmekle görevli dıştan kurgulu-cemaat ve tarikatlardan destekli bir yıkım koalisyonudur.” (Kaynak: İlk Kurşun http://www.ilk-kursun.com/haber/187899/rifat-serdaroglu-suskun-kalamazsiniz/).

Gerçekten de AKP’nin hedefi, Türk ulus-devletinin yok edilerek yerine şeriata dayalı, federatif bir hilafetin kurulması, Türk Milletinin kimliğinin kazınarak Türk ulusunun karmakarışık İslam gürûhu içerisinde eritilmesi, Serves Antlaşması’nın hortlatılarak Kürdistan’ın kurulması ve Ermenistan’a toprak verilmesi ve Erdoğan hanedanının yeni bir Osmanlı hanedanı olarak bu topraklar üzerinde yüzlerce yıl hükümranlık sürmesidir. Maalesef buna karşı durabilecek bir muhalefet yoktur. Seçim sisteminde uygulanan hile ve oyunlarla, AKP’yi demokratik seçimlerle indirmek de imkansız hale gelmiştir. Erdoğan’ın 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması da zaten engellenemeyecek bir gelişmeydi. Ülke içerisinde, demokratik toplumsal eylemlerle Tayyip’i ve AKP’yi istifaya zorlayacak hiçbir sivil toplum kuruluşu da kalmamıştır.

Bu ahval ve şerait içerisinde, AKP’yi iktidardan kovmak ve Türkiye’ye yaptıkları kötülüklerin, işledikleri cürümlerin hesabını sormak için tek yok, askeri yöntemlerdir. Ülkemiz, fiili olarak işgal altındadır ve bu işgali defetmek birinci olarak Silahlı Kuvvetler’in görevidir. TSK da bir şekilde işgalcilerin güdümüne girmişse, silaha sarılarak işgalci ve tecavüzcülerle mücadele etmek, Türk milletinin bir numaralı görev ve sorumluluğudur. Bunu icra etmek, her yaş ve cinsten yurtseverlerin vatan borcudur. Ayrıca, parti liderliği ve örgütünün dışında, AKP’yi hemen her seçimde destekleyen, Türk Milleti’ne ait olmayı reddeden, hıyanete soyunmuş “renegade” bir gürûh olan yüzde 25-30 “kemik” kitle, AKP ile hesaplaşmanın bir parçası olmalıdır. Vatanımızı yok etmek isteyen bu kitle, Türk Ulusu ve vatanı için varoluşsal bir tehdittir ve bu tehdit ortadan kaldırılmadıkça Türkiye yokolma tehlikesi altında kalacaktır.